1. "bu sevinçli, akıllı uslu insan sesleri arasında yalnızım. bütün bu adamlar; vakitlerini dertleşmekle, aynı düşüncede olduklarını anlayıp mutlululuk duymakla geçiriyorlar. aynı şeyleri hep birlikte düşünmeye ne kadar da önem veriyorlar. bakışı içe dönük, balık gözlü, kimsenin kendisiyle uyuşamadığı adamlardan biri aralarına karışmaya görsün, suratları hemen değişir."

    (bkz: bulantı - jean paul sartre)
  2. "sendeki tutucu yurtseverlik, bedensel katılığından, kasılmalarından, ruhsal kabızlığından kaynaklanıyor küçük adam. hakikati söyleyen dostlarını kılıçtan geçiriyorsun ama gene de, dostun olduğum için söylüyorum bunları, seni aşağılamak için değil. şu senin yurtsever dediklerine bir göz atalım: onlar yürümez, asker gibi uygun adım giderler. düşmandan nefret etmezler, her on yılda bir falan değiştirdikleri 'geleneksel düşman'ları vardır onların. geleneksel düşman bir on yıl sonra geleneksel dost olur, sonra gene geleneksel düşman. türkü söylemezler, askeri havalar bağırırlar...

    benim hakikatim karşısında yapabileceğin hiçbir şey yok, küçük adam. olsa olsa, geçmişte pek çok dostuna yaptığın gibi gebertirsin beni. isa gibi, rathenau, karl liebknecht, lincoln ve daha birçokları gibi öldürebilirsin beni. almanya'da buna 'alaşağı etmek' diyordunuz. uzun vadede, bu yaptıkların seni alaşağı etti. ama gene de kendine göre bir yurtsever olmaktan vazgeçmedin. sevgiye hasretsin, işini seviyor ve ekmek paranı ondan kazanıyorsun; senin işin, benim bilgimle ve başkalarının bilgisiyle beslenmektedir. sevginin, çalışmanın ve bilginin anayurdu yoktur, gümrük denetimden geçmez bunlar, üniforma tanımaz. onlar evrenseldir ve bütün insanlığı kapsar...

    bu yüzdendir ki sen yalnızca başkalarının sevgisini, çalışma ve bilgisini sömürmekten başka bir şey yapamazsın, bunları kendin asla yaratamazsın. bu yüzdendir ki, kendi mutluluğunu aydınlıktan ürken bir gece hırsızı gibi çalıyorsun; ve bu yüzdendir ki, başkalarının mutlu olduğunu gördüğünde kıskançlıktan çatlarsın. "

    (bkz: dinle küçük adam - wilhelm reich) s.67-68
  3. eric hobsbawm'ın, devrim çağı (1789-1848) adlı çalışmasından bazı işaretlediğim ve tek başına anlamlı olabilecek kısımlardır. ^:uzun olduğundan dolayı okunacağı ile ilgili şüpheleri yeşertmekle birlikte paylaşmak istediğimdir^

    !---- spoiler ----!

    ...1760'larla sonu arasında londra'dan glasgow'a yolculuk 10-12 günden 62 saate inmişti. 18'nci yy.ın ikinci yarısında kurumlaşan posta arabası sistemi ya da 'diligences', napoleon savaşları ile demiryolunun gelişi arasındaki dönemde inanılmaz boyutlarda yayılmış ve sadece görece bir sürat değil- paris strasbourg arası posta hizmeti 1833'te 36 saat tutuyordu...

    ...1789'larda... rusya, iskandinavya gibi ülkelerde ya da balkanlarda nüfusun %90-97'si kırsal alanda yaşamaktaydı...

    ...19'ncu yüzyılın ortalarında, o zamana dek yalnızca kişinin doğduğu ya da yaşadığı yeri anlatan türkçe 'vatan' sözcüğü, fransız devrimi'nin etkisiyle 'patrie' gibi bir anlama bürünmüştür...

    ...fransız devrimi'nin özgüllüğü, liberal orta sınıfın bir kesiminin, burjuva karşıtı bir devrimin eşiğine gidecek kadar, aslında bu eşiğin de ötesine geçecek kadar devrimciliğini sürdürmeye hazır olmasaydı. bu kesim, adları her yerde 'radikal devrim'in simgesi haline gelen 'jakobenler'di...

    ...parisli kitleler, belirleyici güçtü; fransa'nın yeni üç renkli bayrağının, eski krallığın beyazını, paris'in kırmızı ve mavi renkleriyle oluşturulması boşuna değildi...

    ...çağımızda neredeyse tamamen devrimci savaşla özdeşleşen bir askeri taktiğin, gerilla ya da partizan savaşının, 1792 ile 1815 arasında hemen hemen sadece fransa karşıtlarının saflarında görülmüş olması manidardır...

    ...ingiltere ile fransa arasındaki 6 büyük, 8 küçük deniz çarpışmasında fransa'nın insan kaybı, ingiltere'den on kat fazlaydı. (1794-1812, youser'ın notu: fransa bu dönemde zorunlu askerliğe geçmişti)...

    ...1806'da (24 yaşında general olmuş) napoleon...

    ...napoleon, rusya'nın kışından çok, büyük ordusuna yeterince ikmal yapamadığı için yenildi. moskova'dan çekilmek orduyu yıktı. rusya'ya giren 610 bin kişiden ancak 100 bin kadarı rusya'dan çıkabildi...

    ...napoleon dönemindeki 20 yıllık savaşlarda; yaşamını yitiren bir milyon insan, 4,5 yıl süren birinci dünya savaşındaki tek bir muharebede yitirilen cana ya da 1861-5 arasındaki amerikan iç savaşında ölen 600 bin civarındaki insana yakın bir kayıptı. hatta, o günlerde kıtlığın ve salgın hastalıkların olağanüstü öldürme gücünü anımsayacak olursak (1865 gibi ileri bir tarihte bile ispanya'da kolera salgınında 236.744 kişinin kurban verildiği söylenir.)...

    ...öz-bilinçli milliyetçi hareketler. bu gelişmeyi en iyi simgeleyen hareketler, 1830 devriminden kısa bir süre sonra giuseppe mazzini'nin kurduğu ya da esinlendiği 'genç' hareketlerdir: genç italya, genç polonya, genç isviçre, genç almanya ve genç fransa ile 1840'ların benzeri genç irlanda hareketidir... kendi başlarına ele alındığında bu hareketlerin fazla önemi yoktu; yalnızca mazzini'nin varlığı bile, tümüyle etkisiz olmalarını garanti etmeye yeterliydi. ancak sonraki milliyetçi hareketlerin 'genç çekler' ya da 'genç türkler' gibi adlar almalarının da gösterdiği gibi, simgesel olarak çok büyük önemleri olmuştur. avrupa devrimci hareketinin ulusal birimler halinde parçalanmasına damgasını vurmuşlardır...

    ...1840'larda ingiltere, belçika ve fransa'da okuma oranı yüzde 40-50 civarındaydı. (o dönem oranın en fazla olduğu yerler, aynı dönemde ruslar'ın yüzde ikisi okuma yazma biliyor)...

    ...fakat kara george'un ayaklanmasının (1804-7) ilk evresi türklerin yönetimine karşı olmak gibi bir iddia bile taşımıyordu; tersine yerel yöneticilerin suiistimallerine karşı sultandan yana bir tavır içerisindeydi...

    ...koyun çobanı kandaş toplulukların ve haydut kahramanların, herhangi bir gerçek hükümete karşı sürdürdükleri savaşın, orta sınıf milliyetçiliğinin fikirleri ve fransız devrimi ile birleştiği tek ve biricik örnek, yunan bağımsızlık savaşıydı (1822-30). (youser'ın notu: avusturya, prusya ve rusya bloku; bu bağımsızlık hareketlerine karşı 1815 düzenlemelerinin bekçisi olsa da bu harekete verilen destek yunanlaşma kavramı ile alakalı ve daha ziyade manevi ve uluslararası devrimci örgütler-saint simoncular gibi- desteğiyleydi)...

    ...doğu'daki milliyetçilik, nihai olarak batı etkisinin ve batı istilasının bir ürünüydü. bu bağlantı kendini belki de en açık olarak, sömürge ülkelerde görülecek modern anlamda ilk milliyetçiliğin temellerinin atıldığı mısır'da göstermektedir. napoleon'un mısır'ı fethiyle, batılı fikirler, yöntemler ve teknikler ülkeye girdi ve çok geçmeden değerli ve tutkulu bir asker olan mehmet ali paşa tarafından kabul edildi...bu emperyalist bağımlılık; mısır'ı emperyalist rekabetin ve ilerdeki antiemperyalist ayaklanmaların merkezine çekecekti...

    ...batıda 1830'da bir milyondan fazla nüfusa sahip tek bir kent (londra), yarım milyonu aşkın yine bir tane (paris) ve- ingiltere'yi dışarıda bırakırsak- nüfusu yüzbini geçen sadece 19 kent bulunmaktaydı...

    ...alışveriş mağazalarını, reklamcılığı ilk bulan ya da geliştiren ve bilimin üstünlüğünü kabul eden; nicephore niepce ve daguerre ile fotoğraf, leblanc ile soda işlemi; berthollet'le klorla ağartma sistemi, elektro kaplama, galvanizleme gibi her türlü teknik yeniliği ve başarıyı gerçekleştiren fransızlar oldu. (1789-1850)...

    ...din, hiç kimsenin kendisinden kaçamayacağı, yeryüzünün ötesindeki her şeyi kapsayan gökyüzü gibi bir şeyken; büyük ama sınırlı ve insani bir göğün durmadan değişen bir özelliği olarak bulut kümesini andıran bir görünüme büründü (1848 ve sonrası için)...

    ...sosyalizm, kapitalizmin çocuğuydu. hatta toplumun, onun koşullarını yaratacak biçimde dönüşüme uğramasından önce yeterli ve uygun bir tarzda formüle edilmesi bile olanaksızdı. fakat koşullar bir kez var olduğunda zafer de kesindi; çünkü 'insanlık daima önüne sadece çözebileceği sorunlar koyar.'

    ...o nedenle romantizm, basitçe burjuva karşıtı bir hareket olarak görülemez. gerçekte fransız devriminden önceki on yılları kapsayan romantizm öncesi dönemde; romantizme özgü sloganlardan bazıları, yumuşaklık şöyle dursun, metanetini yitirmiş, çürümüş bir toplumun tam tersi, gerçek ve basit duygulara ve doğaya duyduğu kendiliğinden güvenin sarayın ve kilisenin yapaylığını silip atmaya yazgılı olduğuna inanılan orta sınıfın övgüsü için kullanıldı. ancak burjuva toplumu fransa'da ve endüstri devrimlerinde zafere ulaştığında, romantizm de onun içgüdüsel düşmanı haline geldi...

    !---- spoiler ----!


    yazarın yorumunu içeren bu kısmı müthiş buldum;

    !---- spoiler ----!

    monarşiler ve aristokratlar, daha doğrusu toplumsal piramidin en tepesinde bulunanlar içinse, din, toplumsal istikrar anlamına gelmekteydi. fransız devrimi'nden tahtın en güçlü payandasının kilise olduğunu öğrenmişlerdi. güney italyanlar, ispanyollar, tyrollüler ve ruslar gibi okur yazar olmayan dindar halklar, yabancılara, imansızlara ve devrimcilere karşı kiliselerini ve yöneticilerini savunmak için silaha sarılmışlar, rahipler de onları kutsamış, hatta bazı durumlarda başlarına geçerek onları yönlendirmişlerdi. cahil ve dindar halklar, tanrının onlara uygun gördüğü yoksulluk içerisinde yakınmadan yaşayabilmekte yine tanrının başlarına verdiği yöneticilerin idaresi altında, aklın bozucu etkilerinden uzak, basit, ahlaklı ve düzene uygun bir yaşam sürebilmekteydiler.

    1815'den sonra tutucu yönetimler için dinsel duyarlılıkları ve kiliseleri teşvik, polis karakolları kurmakla ve sansürle birlikte, uyguladıkları politikanın ayrılmaz bir parçasıydı; rahipler, polisler ve sansür; devrime karşı tepkinin üç ana dayanağını oluşturmaktaydı...

    !---- spoiler ----!


    (bkz: devrim çağı 1789 - 1848 - eric hobsbawn)
  4. "... oysa şurası gayet açıktır ki, ne ibranice metinde ne yunanca ve latince versiyonlarda, bizim verdiğimiz anlamıyla, yani günahkârlara yönelik eziyet ve işkence yeri olarak cehennemi belirten tek bir kelime yoktur.

    bu eziyet ve azapların gerçekliğini savunanların görüşüne karşı, bu kanıt yeterince güçlü değil mi? kutsal kitap’ta cehennemden hiç söz edilmiyorsa, rica ederim söyleyin bana, hangi hakla böyle bir kavramı kabul etmem gerektiği ileri sürülüyor?

    dinde yazılı olandan başka şeyi kabul etmek zorunda mıyız? eğer bu görüş yoksa, hiçbir yerde yoksa, hangi nedenle bunu benimsememiz gerekiyor? hiçbir zaman vahyedilmemiş olan şeyle zihnimizi asla meşgul etmemeliyiz; ve bu durumda, olmayan şeye haklı olarak bizim tarafımızdan ancak masal gözüyle, muğlâk varsayımlar olarak, insan gelenekleri, düzenbaz icatları olarak bakılabilir.

    araştırmalar sonucunda kudüs yakınlarında gehenne vadisi denen bir yerin olduğu görülmüştür, burada suçlular infaz ediliyordu ve hayvan cesetleri de buraya atılıyordu. isa, lllic erit fletus et stridor dentium dediğinde, alegorik olarak bu yerden söz etmek istemektedir. bu vadi bir işkence ve eziyet yeriydi. anlaşılmaz söylevlerinde sözünü ettiği yer hiç kuşkusuz burasıdır. ateş işkencesi bu vadide kullanıldığından bu fikir gerçeğe çok yakındır. orada suçlular canlı canlı yakılıyordu; kimi zaman dizlerine kadar gübrenin içine gömülüyorlardı; boyunlarının etrafına kumaş parçası dolanıyor ve iki adam, boğmak için her biri bir taraftan çekiyordu, böylece ağızları açılınca içine erimiş kurşun dökerek iç organlarını yakıyorlardı: işte, celileli’nin sözünü ettiği ateş, işte işkence. bu günah (demektedir sık sık) ateş işkencesiyle cezalandırılmayı hak etmektedir: yasayı ihlal eden gehenne vadisinde yakılmalı ya da çöplüğe atılmalıdır ve buraya bırakılan hayvan cesetleriyle birlikte ateşe verilmelidir.

    ama isa’nın bu ateşten söz ederken kullandığı sonsuz sözcüğü, cehennem ateşlerinin hiç sonu olmadığına inananların görüşüne gönderme yapmıyor mu? hayır, kuşkusuz. kutsal kitaplarda sık sık kullanılan bu sonsuz sözcüğü bize sonlu şeylerden başkasına dair bir fikir asla vermedi..."^:kitap içerisinde ılımlı dil kullanılan nadir kısımlardan biri^

    (bkz: tanrıya karşı söylev - marquis de sade)